Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Perspektifinden Dijital Bölünme ve Farklı Yaklaşımlar
Makalenin tamamı için tıklayınız.
İnternet teknolojilerindeki gelişmeler, hem bireyler hem de toplumlar için ekonomiden eğitime, siyasal katılımdan haberleşmeye kadar pek çok alanda önemli yenilikler ve açılımlar getirmiştir. Bu açılımlara paralel olarak bu teknolojilere erişim ve kullanım becerisine sahip olmak, bireyler ve toplumlar arasında kimi zaman mevcut eşitsizlikleri tekrar üretmekte, kimi zaman da yeni eşitsizlik biçimleri yaratmaktadır. Günümüz toplumlarında yaşamsal bir öneme sahip olan bilgi, siyasal, kültürel, ekonomik sistemlerin ve halkların geleceğini yakından ilgilendirmektedir. Soyut bir kavram olmasına karşın büyük bir maddi güç üreten bilgi için de mevcut olan bir sahip olma ve sahip olamama durumu söz konusudur. Enformasyon toplumu olarak adlandırılan günümüz toplumunda bilgi ve iletişim teknolojilerine sahip olmak ve bunları etkin biçimde kullanmak hem uluslara hem de bireylere önemli avantajlar sağlamakta, buna karşılık bu teknolojilerden yoksun olmak ise pek çok açıdan önemli dezavantajlar yaratmaktadır. Bu çalışmada bilgi ve İnternet teknolojilerine erişim konusunda gelişmiş ve az gelişmiş ülkeler ile aynı ülke içinde yaşayan farklı kesimler arasında yaşanan eşitsizliği ifade etmek için kullanılan dijital açık kavramı, toplumsal cinsiyet eşitsizliği perspektifinden ele alınmıştır. Cinsiyet, bilgi ve iletişim teknolojilerine erişebilme ve bu teknolojileri nitelikli olarak kullanabilme açısından önemli bir değişken olarak tespit edilmektedir. Mevcut çalışmalar ışığında dünya genelinde bazı ülke örnekleri üzerinden kadınlar ve erkekler arasındaki İnternet erişimi ve kullanımı konusundaki farklılıklar ortaya konulmuş ve ardından Türkiye’deki duruma bakılmıştır. Çalışma sonucunda özellikle gelişmekte olan ülkelerin hemen hepsinde erkeklerin İnternet teknolojilerini kullanım konusunda kadınlardan daha avantajlı konumda olduğu görülmüştür. Bu durum kadınları hem erkekler, hem de gelişmiş ülkelerdeki hemcinsleri karşısında dezavantajlı konuma düşürmektedir. Kadınlar ve erkekler arasındaki İnternet kullanım oranlarında görülen fark ve farkın keskinliği ülkelerin sosyo-ekonomik durumuna göre değişiklik göstermekte, gelişmişlik ve refah seviyesi düştükçe fark keskinleşmektedir. Aynı ülke içerisindeki kullanım oranları da yine eğitim seviyesi ve kent/kır ayrımı gibi pek çok faktörden etkilenmekte, kırda yaşayan kadınlar erkeklere ve kentte yaşayan kadınlara nazaran daha dezavantajlı konumda görünmektedir. Kadınların tümüyle avantajlı konumda olmasalar da istatistiksel açıdan İnternet kullanımında erkeklere yakın bir oran sağladıkları tek değişken eğitimdir. Kadınların eğitim seviyesi yükseldikçe, bilgisayar ve İnternet kullanımının arttığı görülmektedir. Ancak bunun olumlu bir sonuç olarak değerlendirilebilmesi için İnternet kullanım amaçlarının da dikkate alınması gerektiği fark edilmektedir. Türkiye’de ise İnternet kullanımı hızla artmakta, ancak dijital cinsiyet açığı hala keskin bir biçimde karşımızda durmaktadır.
İnternet teknolojilerine kolay, güvenilir ve nitelikli erişime sahip olmamak, bilginin serbest dolaşım avantajından mahrum olmak anlamına geldiği için, bu temel bir yurttaşlık hakkı olarak görülmelidir. Bu nedenle dijital açığı ortadan kaldırmak, yalnızca teknolojik yatırımların planlanması boyutunda değil, sosyal politikalar içerisinde de ele alınmalıdır. Ülkenin her yerinde ucuz ve güvenli internet erişiminin yanı sıra, e-okuryazarlık eğitimlerinin de isteyen herkesin ulaşabileceği şekilde düzenlenmesi bir gerekliliktir. İnternete erişim tüm yurttaşlar için anayasal olarak güvence altına alınmalı, asgari standartlar belirlenerek erişim konusunda eşitlik sağlanması için kapsayıcı politika ve projeler hayata geçirilmelidir. Cinsiyetler arasında görülen dijital açığın kapatılması ise toplumsal cinsiyet eşitliğine ilişkin mücadelenin önemli bir parçası olarak görülmeli ve İnternet teknolojilerinin kadınların sosyal ve ekonomik hayata daha etkin katılımının bir aracı olarak kullanılması yolunda adımlar atılmalıdır. Kadınlara ücretsiz yeni medya okuryazarlığı eğitimleri verilmeli, kadınların bilgi iletişim teknolojilerine erişimi noktasında pozitif ayrıcalıklar uygulanmalı, bu sektördeki girişimci kadınlar devlet tarafından desteklenmelidir. Ayrıca ülkeler arasındaki dijital açığın kapatılması adına da uluslararası örgütler düzeyinde de çalışmalara ihtiyaç duyulmaktadır. Ulusal ve uluslararası düzeydeki politika ve projelerle sektördeki firmaların İnterneti bir ‘erkek alanı’ olarak gören bakışı yıkacak şekilde kadın odaklı yazılımlar geliştirmesi de oldukça önemlidir.
23 Ocak 2017 Pazartesi
15 Ocak 2017 Pazar
Evlere şenlik başka bir sorun: Dijital cinsiyet eşitsizliği
Bilgi ve iletişim olgusu insanlığın başlangıcından itibaren karşımıza çıkan, toplumlar tarihi ile paralel biçimde ilerleyen, hatta belki de bu tarihin katalizörü olan önemli bir gerçeklik olarak karşımızda apaçık bulunmakta. Enformasyon toplumlarında bilgi, şüphesiz ki yaşamın tüm alanları için vazgeçilmez bir olgudur ve oldukça değerlidir. Günümüz toplumunda yaşamda kaliteli biçimde yer edinebilmenin koşullarından biri bilgi gücüne sahip olabilme yetisidir. Bilgi enformasyon toplumunda bir güç, yeri geldiğinde bir silahtır ve tıpkı diğer maddi kaynakların dağılımı gibi toplumlara eşit biçimde dağıtılmamıştır. Bilgi için de diğer tüm maddi varsıllıklar gibi bir sahip olma ve yoksun olma durumu söz konusudur. Bilgi bireylerin kişisel yaşamlarını refah standartlarına ulaştırabilmek ve onu korumak meselesinin yanı sıra toplumun geleceğini de belirler, demokrasilerin, ülkelerin, siyasetin, rejimlerin kaderi iyi bilgilenmiş yurttaşlara bağlıdır. Teknolojinin sürekli gelişmesi ve erişimin artması ile beraber bilgi olgusunun gelecekte yaşamsal önemini arttırarak değerini katlayacağı öngörülmektedir. Bilgi teknolojileri ve iletişim artık bir “hak” olan bilginin tüm dünyada serbestçe dolanımını sağlar. Peki ezilen halklar ve toplumun dezavantajlı grupları bu dolaşımın neresindedir?
Bu noktada karşımıza aslında bir mücadele alanı olarak dijital bölünme/açık ve dijital uçurum kavramları çıkar. Bilgi teknolojilerine, internete
erişim noktasında gelişmiş olan ülkelerle gelişmemiş olan ülkeler arasındaki
farka dijital bölünme/açıklık, teknolojik gelişmelerin doğrudan kaynağı olan ve
bilgi teknolojilerini elinde tutan ülkeler ile onlara teknolojik olarak
gelişmesi mümkün olmayan az gelişmiş ülkelerle olan uçuruma ise dijital uçurum
ismi verilir. Bu bölünme ve uçurum sadece ülkeler arasında değil, aynı ülke içerisinde
yaşayan insanların arasında da kendini var eder. Tıpkı geçmişte de olduğu gibi
günümüzde kaynaklar tüm topluma eşit biçimde dağıtılmamıştır. Toplumsal
cinsiyet rolleri sebebi ile hali hazırda dezavantajlı olan kadınlar bilgiye,
internete, medyaya ulaşma noktasında yine aynı roller sebebi ile sıkıntı
yaşamaktadır.
Türkiye İstatistik Kurumu’nun 2004’ten bu yana yaptığı
Hanehalkı Bilişim Teknolojileri Kullanımı Araştırması ile ortaya çıkan sonuç
kadınların bilişim teknolojilerine ulaşmak ve kullanmak noktasında da erkeklere
nazaran oldukça dezavantajlı olduğunu göstermiştir. 2015 yılında gerçekleştirilen araştırma
sonuçlarına göre, Türkiye genelinde hanelerin % 54.8’i bilgisayar kullanımına,
% 55.9’u internet kullanımına sahiptir. Bilgisayar kullanım oranları kadınlarda % 45.6 iken, erkeklerde %64.0’dır. İnternet kullanım
oranları kadınlarda % 46.1 iken, erkeklerde % 65.8’dir.
2013’te alınan son verilere göre kentlerde bilgisayar
kullanımı toplam kullanım oranı % 59.0 iken, kırda kullanım oranı %29.5 olarak
görülmektedir. İnternet kullanımı kentte toplamda % 58.0 iken, kırda 28.6’dır.
Kırda bilgisayar kullanımı 2013 yılı içerisinde erkeklerde % 40.1 iken bu oran kadınlarda
% 19.3 olarak görülmektedir. Kırda internet kullanım oranları erkeklerde % 39.2 iken, kadınlarda % 18.4 olarak görülmektedir.
Veriler sonucunda kadınların bilgisayar ve internet kullanımında erkeklere göre
çok daha dezavantajlı olduğu görülmektedir. Bu dezavantaj özellikle kırsal
kesimde yaşayan kadınlar açısından çok daha belirgindir.
Araştırmadaki kullanım amaçları sonuçlarına bakıldığında
erkekler ağırlıklı olarak siyaseti takip etmek, siyasi feedback yapmak, seyahat
sitelerini gezmek, internet bankacılığı gibi kullanım gerekçeleri
belirtmişlerdir. Kadınların erkeklere nazaran oransal olarak daha çok oldukları
başlıklar ise sağlıkla ilgili bilgi almak, eğitim, kurs ve staj hakkında bilgi
almak gibi başlıklardır. Bu sonuçlara baktığımızda kadınların toplumsal
cinsiyet rollerini internet kullanımında da devam ettirdiklerini tahmin etmek
çok zor değil. Kadınların bu teknolojilerin kullanımı konusunda erkekleri
oransal olarak aştığı tek düzlem ise eğitim seviyesidir. Kadınlarda internet
kullanımı eğitim seviyesi arttıkça artmış, doktora ve üstü eğitim seviyesine
yapılan araştırmada kadınların erkeklere nazaran daha yaygın kullanıma sahip
olduğu tespit edilmiştir.
Peki erkeklere nazaran bilgi teknolojilerine erişim ve
kullanım noktasında eşitsizlik, açıklık yaşayan kadınlar için bunun zararı
nedir? Ülkemizde herhangi bir devlet kurumunun bu sorunun tespiti ve çözümüne
dair bir girişimi bulunmadığı için kendi sorumuzu yine kendimiz yanıtlayalım: Yeni
medyanın ve bilgi teknolojilerinin erişimine olan olanakların kısıtlılığı, bu
yoksulluğu yaşayanların demokratik katılım noktasında eksik kalmasıyla beraber kültürel
ve ekonomik açıdan da zorlanmasına sebep olacaktır. Bu dezavantajları
çeşitlendirmek mümkündür. Tüm dünyanın ağlar üzerinden döndüğü
günümüzde bu ağlara erişimden yoksun olmak yaşamın gerisinde kalmak anlamına
gelmekle birlikte, geride kalınan yaşamın devam etmesini de maddi temelde
zorlaştırmaktadır.
Durum bu iken, bilgi toplumunda bilgiye erişmek kadınlar için çok daha zor iken, kadınlar bunun ceremesini her geçen gün sonucu artarak çekiyor iken, medya ve bilgi teknolojileri bir mücadele alanına dönüşmüşken bu eşitsizliği kapamak için ne yapacağız? İşte biz feministlerin yanıtlaması gereken bir soru ve sorun daha.
*Yeryüzü Dergi'de yayınlanmıştır.
10 Ocak 2017 Salı
Zygmunt Bauman'dan mutluluk üzerine: Hayatınızı uzun bir mücadele olarak düşünün
"Büyük Alman şair Wolfgang Goethe aklıma geliyor. Duygusal şair. Ona sormuşlar mutlu bir hayat yaşadı mı diye. Cevabı "evet!" olmuş. "Çok çok mutlu bir hayat yaşadım." "Ama" diye eklemiş hemen ardından, "tek bir mutlu hafta hatırlamıyorum" ve bu güncel felsefeye karşı bir yanıt. Bizler için bir uyarı. Çünkü bugün tanıtımla, reklamla, sürekli yeni, cazip, çekici modalarla mutluluğu hep daha iyi, daha iyi ve kesintisiz bir dizi memnuniyetler bütünü olarak düşünmeye itiliyoruz. Ve Goethe'nin öne sürdüğü (ki O, sadece mükemmel bir şair değil aynı zamanda çok, çok bilge bir insandı) şu ki, mutluluk üzüntülerin, sorunların üstesinden gelmektir. Şiirlerinden birinde der ki asıl kabus ardı arkası kesilmeyen güneşli günlerdir. Bunun alternatifi mutluluk değil can sıkıntısıdır. Heyecandan yoksun olmaktır. Peşinden gidebileceğin, uğruna kavga edeceğin bir amaçtan yoksun olmaktır. Goethe'nin söyledikleri genç insanlar için gerçekten bir uyarıydı. Hayatınızı sınırsız haz veren maddelerle dolu bir kaptan seçilen hediyeler yığını olarak düşünmeyin. Hayatınızı uzun, uzun bir mücadele olarak düşünün. Bu uzun mücadelede bir problemi çözersiniz, bir diğeriyle karşılaşırsınız ve yan etkiler çoğu zaman can sıkıcıdır. Ve evet beni kısa dönemde karamsar, uzun dönemde ise iyimser yapan işte budur."
8 Ocak 2017 Pazar
Tarihin meleği Angelus Novus
“Klee’nin Angelus Novus adlı bir resmi vardır. Bir melek betimlenmiştir bu resimde; meleğin görünüşü, sanki bakışlarını dikmiş olduğu bir şeyden uzaklaşmak ister gibidir. Gözleri, ağzı ve kanatları açılmıştır. Tarihin meleği de böyle gözükmelidir. Yüzünü geçmişe çevirmiştir. Bizim bir olaylar zinciri gördüğümüz noktada, o tek bir felaket görür, yıkıntıları birbiri üstüne yığıp, onun ayakları dibine fırlatan bir felaket. Melek, büyük bir olasılıkla orada kalmak, ölüleri diriltmek, parçalanmış olanı yeniden bir araya getirmek ister. Ama cennetten esen bir fırtına kanatlarına dolanmıştır ve bu fırtına öylesine güçlüdür ki, melek artık kanatlarını kapayamaz. Fırtına onu sürekli olarak sırtını dönmüş olduğu geleceğe doğru sürükler; önündeki yıkıntı yığını ise göğe doğru yükselmektedir. Bizim ilerleme diye adlandırdığımız, işte bu fırtınadır.” (Walter Benjamin- Pasajlar2016,s42)
7 Ocak 2017 Cumartesi
Yaz günü ceket giyen deliler üzerine
![]() |
Gugıla deli insanlar yazdım, Malatyalı Mersedes Kadir dedi. |
Boşverelim şimdi, delilik üzerine söylenmiş o kocaman sözleri falan. Deliliği felsefik alt metinlerle tanımlamaları, sosyolojik hicivlerde, özlü sözlerde kullanmayı falan da öyle. Edgar Allan Poe'yi, Herman Hesse'yi, Nietzche'yi, hele Dali'yi falan komple boşverelim ve bir kenara bırakalım (yavaşça bırakın, nazik olun biraz). Hani öyle karmaşık ve çok bilmiş bir edayla delilik üzerine konuşmak istediğim, yazdığım metni söküp dikmek istediğim falan da yok. Dümdüz toplumdaki en bilinen hali ile, çocukluğunda hani ilk başlarda mahallede korktuğun onu görünce annenin arkasına saklandığın hali ile delilik. Bazılarınız az değil, kabul ediyorum insanın bile çocuğu pek güzel ama, insanin çocuğu çocukken de insan, çocukluk dışarıdan sevimli (kimileri için pff çok çetrefilli) görünse de "saf ve sevimli olduğunuz kadar şeytan ve acımasızsınız, çirkinsiniz sevgili çocuk." Ah o delilere eziyet eden ışıltı yoksunu sevimsiz, alçak veletler. Kalbinize kötülük bebeklikten mi işlenmiş, hani anneciğinizin rahminden değil de, şeytanın deliğinden mi çıkmışsınız ne olmuş. Vardır pedagojik bir karşılığı şüphesiz, kavrarım şüphesiz, kabullenir miyim onu bilmiyorum. Neyse işte, o kiminizin sokakta değneklerle kovaladığı, dalga geçip zorbalık ettiği delilik.
E güzel kardeşim çeşit çeşit delilik. Doğuştan depdeli olanlar mı dersin, sonradan delirenler mi. Şimdi buraya "delirdiğini fark ettiklerimiz mi, delirmişliğinin farkında olmayanlar mı, kendi deliliğimiz mi v.v" falan diye birkaç aforizma sıkıştırırdım da, hay allah belasını versin kendini yeraltı edebiyatçısı sanan dandik blog yazarlarının. Siyah kapaklı bir kitap bastırırsam, böyle tacizci genel yayın yönetmenlerinin olduğu saman kağıt dergilere yuvarlak spotlarla çıkarılıp, fotoğrafını çekip instagrama koyduğu sözlerle yani, eğer öyle olursam ulan, atın beni denizlere.
Ne diyorduk? Deliliğin çeşitliliği diyorduk. Tıbbi çeşitlilikten bahsetmiyorum, aslında delirme biçiminin çeşitliliğinden bahsediyorum. Mesela Deli Sinan. 23 Nisan eğlencemize torpil atmasıyla bilinen, bütün mahallenin çok sevdiği, seke seke Sinan. Hopp be Sinan! Hani sekmek derken, zıplamak anlamındaki sekmemek o değil yani. Hani böyle seke seke koşma olur ya, çocukken yapardın hatırladın mı? Sanki bir şeye gergedan boyu sevinmişsin, sanki uçuyormuşsun da, arada yerden yükselmişsin. O sekmek, bildin mi? E bil artık ben daha ne diyeyim. Neyse işte, bizim Sinan. Tüm mahalle pek sever onu, kendi işini yapabiliyor ve giyinebiliyor anladığım kadarıyla, bir dönem Düz'deki bir çaycıda çay dağıtıyordu. Delirmesi hakkında pek çok rivayet var, bu rivayetlerden biri evine araba mı, öküz mü girmiş bir şey olmuş, yani korkunç bir şey olmuş, Sinan'ın bütün ailesi o ne olduğu bilinmez korkunç şeyde can vermiş, bunu gören Sinan olmuş sana Deli Sinan. Esmerdir teni, aslında imkan olsa baya yakışıklı olabilir, saçları da kıvırcık ama böyle Afro Afro, gürül gürül kıvırcık. Genelde hep kahverengi giyinir. Onun ceket giydiğini pek görmedim, çünkü biraz yırtıktır Sinan. Hani öyle koskolay eziyet edebileceğiniz delilerden değil, yaramazdır Sinan.
Sonra bir de tek kişi mi yoksa ikiz kardeş mi olduğunu tam anlamadığım bir deli var ismini hiç bilmiyorum. Rivayet o ki ikiz kardeşmiş bunlar, ikisi de deliymiş ama, e şimdi yanımdan geçiyor, e sonra bir daha geçiyor, aynı gün bazen bazen başka günler, şimdi aynı kişi mi bu, yoksa kardeşi mi dün gördüğümün? Ulan iyice delirdik. Demem o ki, hafif serseriler biraz, serseri ya da bilmiyorum. Ceket de sürekli giymiyorlar zaten, arada bir arada bir. Rivayete göre 80 darbesinde korkunç işkence görmüş bunlar, günlerce gecelerce işkence görmüşler, sonra bir daha toparlayamamışlar. Ondan önce çok akıllı adamlarmış. Belki de sadece biri devrimciymiş, belki de ikiz oldukları için askerler garantiye almak istemiş ve ikisine de işkence etmiş ta ki onlar delirene dek. Şimdi bu dediğim iddia size "yok artık sayın seyirciler!" mi geldi? Emin misiniz? Bir daha düşünün, daha da utandırmayacağım sizi.
Kadın delileri de unutmamak lazım tabi, başından beri "deliler" dediğimde hep erkek delileri kastettiğimi bir kısmınız anlamış olsa gerek. Vay arkadaş deliler bile erkekliğe mal olmuş! Kadın futbolcu demeyeceksin, futbolcu diyeceksin! Büyük beden manken demeyeceksin, manken diyeceksin! E şüphesiz öyle canım haklısın, ama ben buraya düşer miyim? Zaten düşmem, deliler derken sadece erkeklerden bahsememin ve örneklendirmemin bir dizi sebebi var. Bunlar o kadınların ekseriyetle eve kapatılması, kapatılmayanların tecavüze uğraması ve iyice delirmesi, zor duruma düşmesi gibi şeyler. Sokaktaki delilerin çok azı kadın ve çok fazlası istismara uğruyor. Bu başka bir yazının ve öfkeli bir yazının konusu, o yüzden onlardan bahsetmesek olur mu? Bak sinirlerim bozuldu. Bu ne biçim devlet lan. İmam hatipler kapatılsın!
Bir de yaz günü hep ceket giyen deliler var tabi. Küçükken çok ateşli bir hastalık geçirip delirenler mi dersin, içerisine cin girdiği için delirenler mi, katır teptiği için delirenler mi dersin türlü türlü. Daha çok varoş mahallelerde ve köylerde olurlar. Bir dk, deliler zaten buralarda olmaz mı? Zengin mahallelerinde olacak değillerdi ya. Canım deliler. Kimseye zararı olmayan, bu uçan kuşla, kolunda gezen böcekle, bu çehresini asmış ayla, bu yırtık ayakkabısıyla, bu kendi ağzıyla konuşan deliler. Hani yaz günü terlemez, kış günü üşümez de biliyor musun, adeta manyaklık. Artık içten içe toplumda kabullenme isteğinin verdiği bir eylemle mi, aynı olmaya özlemle mi, televizyonda gördüğü, düğünde gördüğü o yakışıklı delikanlılığa özenle mi, maskülen temsilinden ötürü erkeksiliğe olan istekten mi, artık nedendir bilmem. Bildiğim bir şey var, yaz günü ceket giyen deliler iyidir. Kimimizin annesinden, babasından, binamızdaki bir sürü akıllı komşumuzdan, elmadan ve patatesten, manavdan ve alçak bakkal Erkan'dan, emniyet müdüründen ve başbakandan, heykeli dikilmiş liderlerden ve popüler kültür ikonlarından, hani nicelerinden ve senden, benden, daha çok senden daha az benden, iyidir. Hani gidilse üye olunsa, efendi deliler kulübü olsa da üye olunsa, vallahi olurum. Hani demem o ki, bir gün yolunuz düşer, ne bileyim bir köy kahvesine bir yere, eskimiş takım elbisesiyle, yaz ortası dahi olsa, kar soğuğu dahi olsa ceketi ve gömleği ile oturan, çehresi ince uzun, ağzı büyük ve gülümsemesi büyük bir deli görürsünüz, oturun ve bir oralet için beraber. Ve çok rica ederim diyin ki, bizim tanıdık bir abla var, ha o sana selam söyledi.
EDİT: Şizofreni ve demans hastalarında termoregülasyon bozukmuş, sıcaklamayı ve serinlemeyi herkes gibi hissedemiyorlarmış, bu sebeptendir ki yaz günü ceket giyerken bizim yandığımız gibi yanmıyorlar muhtemelen, olsun siz benim meramımı, derdimin kazak değil ceket olduğunu anladınız. E gereksiz romantize ediyorum biraz ama, başka ne olacaktı ki? Bunun için açtım burayı v.v
6 Ocak 2017 Cuma
Aydın ile Limon
Aydın. İnsanımın adı yani, Aydın. 29 yaşında bekar bir erkek
kendisi. Ona tam olarak 4 senedir bakıyorum. 4 senedir hayatında düzgün giden
çok az şey oldu, beceremiyor bu işleri. Öğretemedim, daha konuşmayı sökemedi. 4
senede de öğrenilmez mi be adam! Hayatındaki tek istikrarı limon sevmesi olan
Aydın gri olduğum halde bana Limon diyor. Adım Küllük dedirtemiyorum. Onu da
öğrenemedi. Her “Hey Limon! Canımın içi tatlı kızım” dediğinde bir göz
deviriyorum. Önce 3 saniye suratına bakıp çat diye deviriyorum gözlerimi sağa.
Bir süre sağa bakıp derin bir nefes alıyorum, derin olduğu gözle görünür ve
sesi duyulur bir nefes. Kafamı da sağa çeviriyorum sonra vücudumu
kımıldatmadan, sonra 3 saniye de oraya bakıp tekrar meymenetsiz yüzüne
çeviriyorum güzel yüzümü. Ne var allahın nemlisi. Ne var ulan ne var? Yine oynamak
mı istiyorsun? İstemiyorum ulan istemiyorum. Tembel tembel yatmak istiyorum
sana bakmak, seni eğlendirip oynamak istemiyorum. Hayır bizim kedilerde de suç
var, alıştırmışlar bu insanları böyle. Yıkalım artık şu toplumsal kedilik
normlarını yahu! Yeterse yeter. Aynı evi paylaşıyoruz diye ben onunla istediği
iletişimi kurmak zorunda değilim! Alıştırmışsınız bunları böyle, canı
sıkıldıkça geliyor oramı kaşıyor, buramı okşuyor, ağzımı felan öpüyor. Hoşt
ulan sana! Hoşt. Kolundaki cırmık izlerinden utan arsız herif.
Aydın, 29 yaşında bekar erkek. Çirkin sayılmaz, dişlerinin arasında bir boşluk
var, ben onu seviyorum, gülünce içindeki bütün şapşallık kendini gizlemeden
yüzüne yansıyor. Aydın biraz gerizekalı olabilir, beni zaman zaman
sinirlendirebilir ama o kötü bir insan değil. Arada beni suya sokmaya
çalıştığında bu düşüncelerim bir süreliğine değişiyor tabi. Zaten insanların
çoğu böyle, iyisi de kötüsü de gerizekalı. O yüzden çok sallamıyorum Aydın’ın
gerizekalılığını da. İnsan sonuçta yapacak bir şey yok. Bütün ay köpek gibi
çalışıyor. Garanti Bankası’nda müşteri temsilcisi. Hani şu reklamlarında
hayvanları oynattıkları gerizekalı banka. İnsanlar bu aptal aptal reklamları
izleyip nasıl paralarını bu bankalara yatırıyorlar? Kaç yaşındasın canım sen?
Bana yaşını söyle? Kaç yaşındasın! İnsanların hepsi gerizekalı. Zaten eğer öyle
olmasalardı bütün ay delirmiş gibi çalışıp kazandıkları parayı tekrar işe
gidebilmek için harcamazlardı. Kuzguncuk’ta evimiz. Dandik bir ev ama idare
ediyoruz. Birkaç kere kadın getirme girişimi oldu da kadınlar evi görünce bir
daha gelmediler sanırım. 900 lira kiramız var, Aydın bir de ot içiyor. Benim
mamam, aşım, onun yemeği, otu, boku derken parası bitiyor ay sonuna doğru ıslak
mamayı kesiyor şerefsizin evladı. Kuru mamaya kalıyorum. İtin oğlu. Sen kendin
harmanlanırken sorun yoktu, asidi kaçmış kola şişesinden kova mova mı ne bok,
onları yaparken sorun yoktu. Keyif pezevengi köpek seni. Bana ıslak mamaya
gelince parası bitmişmiş. Bir de utanmadan canımın içi tatlı kızım felan diyor.
Hoşt ulan sana! Öyle ay sonu bisikletle gidersin işe bir de “bu bir hayat tarzı
ya yolda olmak felsefesi ve de toplu taşıma araçları ve arabalar şehri ve
doğayı mahvediyororor rörörör” diye teorize edersin. Leş gibi terliyorsun, eve
geldiğinde nefes borun götüne kaçıyor. Defol git banyoya ayaklarını yıka.
Büyümedi gitti.
Aha geldi, anaaa…. Hıaa sarhoş mu lan bu? Gel böyle gel şu koltuğa gel. Ağlıyor
mu lan bu? Vallahi ağlıyor. Şşt ceketini çıkar. Koluna dokunuyorum, pati
atıyorum. Yok ceketini de çıkarmıyor, ağlıyor. Noldu lan? Aydın. ŞŞŞ. ŞŞŞŞ
MİYAVV OĞLUM ŞŞŞ. Kim üzdü lan benim insanımı? Ağzınıza sıçarım sizin itin
doğurdukları. Koltuğun etrafında hızlıca 2 tur atıyorum. Dur biraz bekleyeyim
sessizce, kafamı patilerimin üzerine koyup bekleyeyim beni böyle çok sevimli
buluyordu belki gülümser. Bakıyor. Bakıyoor… Bakıyoor… Hala ağlıyor. Kızarmış
burnu da iyice çirkinlemiş. Canım ya. Noldu annem sana. Dur ben en iyisi mi
kucağına çıkayım da kafamı gömleğine felan süreyim, kendimi zorla sevdireyim
belki rahatlar. Aydın ya, canımın içi. Hop! Atladım. Ceketin de tüy oldu ama
artık koli bandıyla şeyaparsın yarın. Ağlama
lan ağlama. Şş. Seviyorum kız seni..
Bütün gece başında bekledim. Ağladı ağladı camış gibi, doğru
düzgün sevmedi bile beni. Hatta bir ara karnımdan tutup yere koydu. Hemen geri
atladım tabi. Durur muyum? Durmam. Durduramazlar Limon’un coşkun akan selini. O
sebep bana anlatılacak! Miyav diyorum yok miyuv diyorum yok baya ağladı sızdı
sonra. Bütttün gece başında bekledim. Yani arada uyuklamış olabilirim. Belki
birkaç saat. Ama hep sıçradım allah sizi inandırsın hiç rahat uyuyamadım.
Napalım biz kedilerin de zaafı bu işte. Uyku. Ha bir de yemek tabi. Ha bir de o
alçak oğlu alçak kedi oyuncakları. Onların ben ağzına sıçayım. O lazerlerin
ağzına sıçayım. O tüy yumaklarının da öyle. Komik mi lan şimdi? Komik mi o
ayağını öyle sallayınca, o elini öyle oraya sistematik tak tak vurunca komik mi
sivrisinek suratlı. Bim sosisi komik mi! Beni kuruyorsun oraya kitleniyorum,
deliriyorum, deliriyorum ulan deliriyorum. Kan beynime sıçrıyor. Ayağının da,
elinin de, yüzünün de gelmişini geçmişini. Gerçekten gerizekalı insanların
mizah anlayışı da kendileri kadar yerlerde sürünüyor ve zavallı. Yavru bir
kediyken bile gülmedim, eğlenmedim. 6 kedi büyüttüm gönderdim, her biri sizden
daha akıllıydı. Neyse Aydın’a dönelim. Sabaha kadar başını bekledim insanımın
v.v Uyandırdım, Allahtan da Pazar. Yüzünü gözünü yaladım. Mal gibi uyandı, tipe
bak. Tipine sıçtığım. Ağzından da salya akmış gece hep. İnşorla sırtıma mırtıma
akmamıştır. Sevdi biraz, kahvaltı ettik, ıslak mama verdi Allahtan yoksa bok
dinlerim senin derdini. Yavşak. Bunların şubede bir kadın var, Cemre. Arada
feysbukuna bakıyoruz Aydın’la beraber (her gün stalk). Onun da ev arkadaşı
kedi, ağzından öperken fotoğrafı var feysbukta. Tam bir ortalama sosyal medya
kullanıcısı Cemre, hiç hoşlanmadım kendisinden. İnstagramı da kahve fincanı ve kedi dolu işte. Bir de
altına şiir miir yazıyor hıyar. Dandirik dunduruk şiirler. Bizim üzerimizden
prim yaptıkları için karşılığında sadece mama almamız büyük bir problem değil
mi? Resmen ezileniyiz bu ilişkinin. Biz de bu ilişki biçiminin emekçileriyiz
arkadaş! Sendika kuralım dedim bizim mahalledekilere dinletemedim. Neymiş
yediğimiz kaba sıçmak köpeklere göre bir davranışmış. Senin dedim esas ağzına sıçarım, sen ne biçim konuşuyorsun
benimle, bana köpek gibi düşünüyor mu demek istiyorsun dedim (Asuman adı, 3.
Kattakinin kedisi, tam bir kevaşe). Neyse siz şimdi boşverin beni. Aydın yanık
bu kadına ben biliyorum. Kendisinden hoşlanmasam da hakkını veriyorum insan
standartlarına göre güzel kadın (tabi kedilerle yarışamaz, çeyreğim etmez
ayol). Kızıl küt saçları ve kahkülleri var. Kahverengi boncuk boncuk gözleri
hatta burnunun ve yanaklarının üzerinde allah şaka yapmış da koymuş kadar güzel
çilleri var. Dudakları biraz ince, gülünce de gözleri ve ağzı aynı CN’de çıkan
çizgi filmler gibi oluyor. Aydın da öyle dedi. Gülünce dedi, Cemre gülünce
limon, gözleri çizgi çizgi oluyor. Ben işte o çizgilerden öpmek istiyorum.
Omuzlarını, bedenini kollarımın arasına almak sonra, saçlarını sevmek
istiyorum. Kocaman dişleri var kadının. Onları da seviyormuş. İyice abarttı ama
yani. Tamam ben de hakkını verdim güzel dedim, hayır kıskandığımdan felan da
değil yani ama yok dişlerini bile seviyormuş da, yok bileğinde kalp şeklinde
beni varmış da, yok Cemre masasının yanından her geçtiğinde sokaklara çıkıp
koşmak istiyormuş da, geçerken içine çektiği nefesi tutabildiği kadar içinde
tutuyormuş, böylelikle kokusunu daha uzun saklıyormuş da. Hadi be oradan! İyice
abarttın. O kadar da değil. Yalnızlıktan oluyor bunlar ben biliyorum. Annesi
öldükten sonra iyice çığırından çıktı bu çocuğun duygu dünyası. Psikolojisi
bozuldu. İnsanların psikolojileri de bizimki gibi biraz hassas. Benimki de öyle
mesela eve biri gelsin hemen depresyona girer yeşil yeşil kusarım. Afedersiniz
misafir siktirsin gitsin kusmuğudur adı.
Allahtan bize çok az misafir gelir. Aydın çünkü. Çünkü Aydın gerçekliği. Çünkü Aydın’ın asosyalliği. Nasıl müşteri temsilciliği yapıyor anlayabilmiş değilim. Bir gün götürse de beni iş yerine bir baksam, izlesem. Yoksa gizli gizli başka iş mi yapıyor bu çocuk. Neyse ne bok yerse yesin bana ıslak kaz ciğerli mamamı alsın da sıçarım gerisine. İşte bu Cemre’ya bayadır yanık. Dün işten çıkmalarına doğru Cemre’nin masasına kağıt uçak yapmış atmış. BAK SEEEN! Bizim Aydın’a bak sen. O ne özgüven o lan? Nerden öğreniyorsun olum sen böyle şeyleri? Hep 3. Sınıf dandirik aşk filmleri, romantik komediler yüzünden. O filmleri de sırf kız tavlamak için izlemiyorsa benim de adım Limon değil. Gerçi zaten adım Limon değil de şimdilik öyle diyelim. Hayır bir de dublajlı izliyor vizyonsuz. Bari altyazılı felan izle de iki İngilizce kelime öğren, filmin duygusunu al. Dünyadaki diğer insanlar da gerizekalı ama belgesellerden felan gördüğüm kadarıyla en salağı bizim toplum. Ciddi söylüyorum bak. Ben böyle tutarsız, böyle iradesiz, böyle korkak insanlar görmedim. Hayır kedileri bile sorunlu. Sendika kuralım diyorum köpek kafası diyor. Bak aklıma geldi kevaşe Asuman, aslında var ya vuracaktım orada cırmığı gözüne. Görürdü o zaman köpek kafası demeyi. SEN NESİN SEN. KÖPEK KAKASI. Sırf erkek kediler var, dişi kedilerin birliği bozulmasın diye sadece argo, küfür felan kullandım. Yoksa ben ona cırmığı basmayı bilirdim. Neyse. Uçak atmış kıza. Yaşı 29 hala masadan masaya uçak. Neyse o gerizekalı da sevimli bulmuş tabi. Allahım ikisi de mal. “Çıkışta kahve? (:” yazmış. Ay bir de gülücük koymuş, parantezli gülücük. Tansiyonum düştü tabi anlatırken. Başımı yana devirip öyle dinledim. Senin ben ağzına sıçayım bakışı, 5 numaralı bakış. Çıkışta kahve içmeye gitmişler. Bu ölüyo tabi. Şeyim bile kalktı dedi. Şeyi bile kalkmış da çantasıyla felan gizlemeye çalışmış. Artık ne kadardır seks yapmıyorsa. Gerçi en son seks yaptığında ben hamileydim. Sonra beni de kısırlaştırdı şerefsiz pezevenk. Gerçi bir yandan da iyi oluyor da. Arada canım çekiyor. Bu konulara sonra değiniriz. Oturmuşlar kahve içmişler, gide gide starbucks’a gitmişler. Bu ezik doğru düzgün sipariş verememiş. Her starbucks’ta sipariş vermeyi bilmeyen ama utananı gibi sade kahve demiş. Söylesene oğlum bir chai latte felan kız etkilensin. Ulan evden çıkmıyorum ben biliyorum be! Neyse işte gülmüşler felan baya, neyine güldüyse kız bunun. Güldüyse onun da aklı kıttır. Al birini vur ötekine. Sert sert vur ama hoşlanılmayacak bir temas olsun. Gerçi bu Aydın ondan da hoşlanır. Kızı evine kadar bırakmış sonra, yürümüşler yolda da konuşmuşlar. Kızla tam ayrılırken bizim gerizekalı yine 3. Sınıf dandik filmlerde gördüğü üzere bir hareketi denemeye kalkmış ve kız tam arkasını dönüp merdivenlerden çıkarken sertçe çekmiş arkadan, öpmek için, yapışmış ağzına, kız ulan noluyo lan diyemeden bir de düşmüş mü üzerine, bu gerizekalı da taşıyamamış düşmüş mü. Allahım skandal. Benim başıma gelse ben kesin kendimi kuyruğumdan yemeye başlayarak intiharlar ederim. En az 3 intihar girişimim olur. Net olur yani. Bu yine mal anca içsin altına sıçana kadar. Kalkmış tabi kız üzerinden “napıyosun hayvanın oğlu” demiş. “Biz de adam sandık seni, siktir git” demiş. Ne kadar da cinsiyetçi bir dil. Bir kadına yakışıyor mu. MAL AYDIN kalmış öyle. Ne yapacağını bilememiş.
Allahtan bize çok az misafir gelir. Aydın çünkü. Çünkü Aydın gerçekliği. Çünkü Aydın’ın asosyalliği. Nasıl müşteri temsilciliği yapıyor anlayabilmiş değilim. Bir gün götürse de beni iş yerine bir baksam, izlesem. Yoksa gizli gizli başka iş mi yapıyor bu çocuk. Neyse ne bok yerse yesin bana ıslak kaz ciğerli mamamı alsın da sıçarım gerisine. İşte bu Cemre’ya bayadır yanık. Dün işten çıkmalarına doğru Cemre’nin masasına kağıt uçak yapmış atmış. BAK SEEEN! Bizim Aydın’a bak sen. O ne özgüven o lan? Nerden öğreniyorsun olum sen böyle şeyleri? Hep 3. Sınıf dandirik aşk filmleri, romantik komediler yüzünden. O filmleri de sırf kız tavlamak için izlemiyorsa benim de adım Limon değil. Gerçi zaten adım Limon değil de şimdilik öyle diyelim. Hayır bir de dublajlı izliyor vizyonsuz. Bari altyazılı felan izle de iki İngilizce kelime öğren, filmin duygusunu al. Dünyadaki diğer insanlar da gerizekalı ama belgesellerden felan gördüğüm kadarıyla en salağı bizim toplum. Ciddi söylüyorum bak. Ben böyle tutarsız, böyle iradesiz, böyle korkak insanlar görmedim. Hayır kedileri bile sorunlu. Sendika kuralım diyorum köpek kafası diyor. Bak aklıma geldi kevaşe Asuman, aslında var ya vuracaktım orada cırmığı gözüne. Görürdü o zaman köpek kafası demeyi. SEN NESİN SEN. KÖPEK KAKASI. Sırf erkek kediler var, dişi kedilerin birliği bozulmasın diye sadece argo, küfür felan kullandım. Yoksa ben ona cırmığı basmayı bilirdim. Neyse. Uçak atmış kıza. Yaşı 29 hala masadan masaya uçak. Neyse o gerizekalı da sevimli bulmuş tabi. Allahım ikisi de mal. “Çıkışta kahve? (:” yazmış. Ay bir de gülücük koymuş, parantezli gülücük. Tansiyonum düştü tabi anlatırken. Başımı yana devirip öyle dinledim. Senin ben ağzına sıçayım bakışı, 5 numaralı bakış. Çıkışta kahve içmeye gitmişler. Bu ölüyo tabi. Şeyim bile kalktı dedi. Şeyi bile kalkmış da çantasıyla felan gizlemeye çalışmış. Artık ne kadardır seks yapmıyorsa. Gerçi en son seks yaptığında ben hamileydim. Sonra beni de kısırlaştırdı şerefsiz pezevenk. Gerçi bir yandan da iyi oluyor da. Arada canım çekiyor. Bu konulara sonra değiniriz. Oturmuşlar kahve içmişler, gide gide starbucks’a gitmişler. Bu ezik doğru düzgün sipariş verememiş. Her starbucks’ta sipariş vermeyi bilmeyen ama utananı gibi sade kahve demiş. Söylesene oğlum bir chai latte felan kız etkilensin. Ulan evden çıkmıyorum ben biliyorum be! Neyse işte gülmüşler felan baya, neyine güldüyse kız bunun. Güldüyse onun da aklı kıttır. Al birini vur ötekine. Sert sert vur ama hoşlanılmayacak bir temas olsun. Gerçi bu Aydın ondan da hoşlanır. Kızı evine kadar bırakmış sonra, yürümüşler yolda da konuşmuşlar. Kızla tam ayrılırken bizim gerizekalı yine 3. Sınıf dandik filmlerde gördüğü üzere bir hareketi denemeye kalkmış ve kız tam arkasını dönüp merdivenlerden çıkarken sertçe çekmiş arkadan, öpmek için, yapışmış ağzına, kız ulan noluyo lan diyemeden bir de düşmüş mü üzerine, bu gerizekalı da taşıyamamış düşmüş mü. Allahım skandal. Benim başıma gelse ben kesin kendimi kuyruğumdan yemeye başlayarak intiharlar ederim. En az 3 intihar girişimim olur. Net olur yani. Bu yine mal anca içsin altına sıçana kadar. Kalkmış tabi kız üzerinden “napıyosun hayvanın oğlu” demiş. “Biz de adam sandık seni, siktir git” demiş. Ne kadar da cinsiyetçi bir dil. Bir kadına yakışıyor mu. MAL AYDIN kalmış öyle. Ne yapacağını bilememiş.
Şimdi de düşünüyor kara kara, yarın işe gitmeyeceğim diyor.
Bir daha yüzüne bakamam allahım ben nasıl böyle bir öküzlük yaptım. İçimdeki
hayvanı nasıl durduramadım diyor. En azından içinde bir hayvan olduğunun, hatta
hayvan oğlu hayvan olduğunun farkında. Benim de başıma benzer bir şey gelmişti
bir keresinde. Yine deli gibi azdığım bir dönemde camdan çıkmıştım, evimiz
yüksek giriş ve ben bir kediyim. Yani camdan kaçmam ve sokağa inmem çok normal.
O zamanlar ergenim tabi yeni yeni böyle şeylere mazhar oluyoruz. Sokakta
kuyruğumu kaldırdım böyle havalı havalı yürüyorum. Allahım ne kadar da güzelim
allahım? Görüyon mu allahım? Göz süzüyorum erkek kedilere felan hepsi şok. Şoka
şok şoku hatta o derece şok. Geldiler bir süre bağırıştık topluca. Allahım bu
da kediliğin en anlam veremediğim, en aptal aptal olaylarından biri. Daha
medeni bir yolunu bulamaz mıyız şu işin? Biz de tinder gibi bir app geliştirsek
mesela? Ya da CatBook gibi felan? Böyle ilkel yollarla çiftleşmek zorunda
mıyız. Neyse mecbur bağırdım ben de, burası sokak güzelim. Sokağın dilinden
konuşmak gerek. Hanım evladı olduğumu belli edersem afedersiniz 5’i 6’sı aynı
anda şeyapar beni. Ama yapacak bir şey yok canımız çekiyor. Azma hakkı en
hayvani haklardan biridir ve engellenmesi kabul edilemez. Beğendim birini, Miço
adı. İsimden biraz kaybediyor ama ben ona Miç derim daha havalı durur felan
diyorum. Geldi şöyle bir yüzümü yaladı geçti arkama. HOŞŞTT dedim KANCIK dedim.
Sen kim köpeksin? Hayırdır bilader felan diyorum çirkin çirkin sokak ağızları
varoş varoş. Ama burası sokak güzelim sokağın dilinden konuşacaksın. Kedi olan
iki okşar, güzel laf eder, iki yalar kukişkomu, alıştırır biraz felan yook hak
getire sanki misafir bacağı şeyapıyor deyyus. Yırttım ağzını yüzünü, dinime
imanıma yırttım. O mahalleden bir daha kısmetim çıkmadı ama olsun, bize mahalle
mi yok. Sonra Aydın baya bir kızmıştı bana. Neyse o konulara girmeyelim.
Tutturmuş işe gitmeyecekmiş. Kaç senedir orada çalışıyor, vezneden masaya
geçmeyi yeni başardı. Başka işe girerse vallahi aç kalırız. Bu yeteneksiz
tutunamaz. Bu işi bırakırsa sıçtık. Yemek artıklarına, sulandırılmış süte
batırılmış ekmek içine kalırım. Benim midem öyle şeyleri de kaldırmaz hani. Ben
alışkın değilim. Kalite standartlarıma uymaz. Her şeyin bir oluru var. Evet her
şey olur ama her şeyin bir oluru var. Anlıyor musunuz? Güzel güzel anlatıyorum,
bak oğlum yapma, kendi başarısızlığının farkına var, sen yeteneksiz bir adamsın
ve gerizekalısın, iletişim yeteneğin bile yok, zor bela iş bulmuş iki kuruş
kazanır olmuşsun kendine gel felan diyorum. Bu noktada olaya biraz pragmatist
yaklaştığımı düşünenler olacaktır, onların da ağzına sıçayım. Sulandırılmış
süte batırılmış ekmek içi ile beslensinler de onlarla o zaman konuşalım
pragmatizmi. Yavşaklar sizi. Hiç kurmayın aman empati, götünüze kaçmış aman
çıkarmayın. Anlamıyor tabi Aydın. Neye miyavladın kızım sen üzüldün mü babana
felan diyor. Hoşt ulan ne üzülücem sana. Az bile yapmış o kız sana felan
diyorum. Başımı seviyor.
İnanır mısınız biraz üzüldüm haline.Gece yatağına girdim
belki iy gelir diye. Kafamı boynuna soktum felan çenesini yaladım (en
dayanılmaz pozisyon, insanlar buna mest olur, erirler). Erimedi. Uykusunda konuştu biraz, ıh uh diye
inleme sesleri çıkardı garip garip. Sevişirken çıkardıklarından değil ama onlar
daha kötü. Bir kez sevişirken izledim bunu. Ay aklıma geldikçe sinirlerim
bozuluyor. Sen kendini James Deen mi sanıyorsun be arkadaş. Senin etin ne budun
ne çükün ne. Tamam Türk erkeği standarlarında bir penis boyuna ve yapısına
sahip. Ama işte bir Japonun İngilizce dirty talk yapması ne kadar irrite
duruyorsa Aydın’ın sevişirken çıkardığı sesler de o kadar irrite edici. Kalça
tokatlamalar felan. Türk kadınları da anlamıyor seksten. Onların da hoşuna
gidiyor zaar. Yalancıktan yalancıktan orgazm olmalar. Piii rezil tipine
sıfatına bak, bari biraz inandırıcı yap şu işi. Kendi memelerine dokunmaktan
çekinen kadınlar gelmiş yatakta porno star havalarına giriyorlar. Neyse zaten
bu bahsettiğim gibi şeyler Aydın’ın hayatında çok sınırlı. Ayrıca o karyolanın
da allah belasını versin. Değiştiremedi gitti. Onlar sevişirken ben utandım
çıkan sesten. Konu komşuya rezil olduk. Bütün apartman eve kadın gelen o
sınırlı günleri ve seksin ne kadar sürdüğünü, kaç kez tekrar ettiğini felan
hepsini biliyor. Muhafazakar bir kedi değilimdir, insan içinde kendimi
yalamaktan felan hiç çekinmem ama işte bu tip şeyler benim için biraz şey
anlıyor musunuz :/ Araba altlarında da çiftleşmem mesela Türkan Şoray kuralları
gibi düşünün. İlla dört duvar olacak. Public sex benim için bir tabu. Neyse
sabaha kadar acı acı inledi Aydın. Terledi bir de ekşi ekşi. Stres yaptı
sanırım çok. Alarm çaldı kapadı, yüz üstü yattı sonra. Afedersiniz anasını bellerim
işinin de duşunun da yatışı. Kaldırdım tabi, sırtını cırmak pahasına da olsa
kaldırdım. Öfkelendi bana. Olsundu. Yeter ki kalksındı. Şöyle bir doğruldu
yatağında. İşte o an arkadaşlar, işte o an. Ben işte o an kedi olduğum ve ona
yardım edemediğim için o kadar üzüldüm ki. Kaldırıp kollarını koltuk altlarını
kokladı. İyice düştü yüzü. Önce ayaklarını izlemeye başladı, bir süre izledi.
Sonra gözlerini bir yatak odası için en seçilmemesi gereken renklerden biri
olan, zevksizlik abidesi çocuk odası mavisi olan duvarına dikti. İşte o an
arkadaşlar, işte o an. Ben Aydın’a ve yaşamak denen bu gölgeli mecburiyete o
kadar üzüldüm ki, bir akvaryuma hapsolmuş ve bunu kanıksamış gibiydim.
Çaresizliği kanıksamak. Dünyada sanırım bu durumdan daha acı olan sınırlı şey
vardır. İster bir insan için olsun, ister bir kedi, hatta köpek. 10 dakika
kadar o duvara baktı. Ona dışarıdan bakarak bütün hayatını görebiliyordum.
Sanırım onun da o duvarda gördüğü şey oydu. Babasız geçmiş bir çocukluk.
Lisenin son yıllarına dek kekeme olması ve insanlarla iletişim kuramaması,
bununla beraber çirkin olması. Baba figürünü doldurmaya çalışan dedesini
gereksiz ve ayarsız otorite çabası. Okulda yaşadığı mobbing. Üniversitenin
kütüphanesinde ve kırtasiyesinde fotokopi çekerek geçen bir üniversite hayatı
ve sınırlı dostluk temasları. Isparta’dan İstanbul’a taşınma, o radikal karar.
Annesinin ölümü. Bir daha tutunamama. Hep eksik kalma. Hep eksik kalma
arkadaşlar. Hep yaşama bir şekilde, fakat durağan olma, doğalında gerileme.
Denizlerle, ağaçlarla konuşma ve kedilerle. Kalabalıklar içinde koca bir
yalnızlığın tüm vücudu sancılı kemirişi ve içinin kasıkları bitlenmişçesine
kaşınması. İnsanın içinin kaşınması. Kaşıntıdan delirme. Kediyle konuşma ve
Cemre’ye uçak atma bir de. Kalktı. Yıkadı kendini ve bana mama vermeden gitti
işe. Hiç ses etmedim. O duvarı izlerken bir iki kez sırtına “geçecek canımın
içi” pati vuruşu yaptım. Ama hissetti mi emin değilim. Aydın. İnsanımın adı
yani, Aydın. 29 yaşında gerizekalı bir erkek. Aydın. Yalnızlığının kaşıntısını
duvarlara sürtünerek geçirmeye çalışan, kendi etini kanatan Aydın. O iyi bir
insan.
Aydın işe gittikten sonra birkaç saat boyunca hüzünlü
hüzünlü onun yatağında yattım. O Cemre denen kaltak insanımı üzmüştü ve
cezasını çekmeliydi. Gerçi bizim salak da üzülmeyi hak etmişti ama şu an
objektif bakmamı gerektirecek etik kuralları tanımama gerek yok çünkü ben bir
kediyim. Sıçarım insanların koyduğu etik kurallara. Bizim doğamızda yok böyle
şeyler. Göte göt derler. Güçlü olan da güçsüz olanı yer. Ben de bunları sizin
gibi national geographic’ten öğreniyorum tabi ki ya ne olacaktı? Evde doğmuşum
evde büyümüşüm, bu kadar hanım evladı olacak ne vardı? Neyse, hanım evladı
olsam, minnoş bol tüylü gri bir kedi de olsam, diğer kediler beni entelektüel
geveze de bulsa , sokağa çıktığımda sokağın dilinden konuşmasını bilirim
elhamdülillah. Yani bir nevi nabza göre şerbet vermek gibi ayıkıyor musunuz?
Başka ev kedileri ile ona göre diyalog kurarım, sokak kedileri ile ona göre.
İşte bu da hep meclis tv izlemekten oluyor. Garip bir biçimde böyle bir hobim
var. Hobileriniz neler diye sorsalar kendimi yalamak, haka dansı yapmak, reklam
filmi izlemek ve meclis tv izlemek derim. Bir de porno izliyorum bazen ama o
hep çıkmıyor televizyonda, çiftleşme sahnelerini de hep az gösteriyorlar. Hemen
hızlı hızlı geçiyorlar oraları. Yabancı belgesellerde daha uzun, onları hotbird
çanağından izliyorum, bizim memlekettekileri belgesellerdeki hayvanların
çiftleşme sürelerinden bile kısar olmuşlar el insaf. Normal gerçi, hayvana
hallenen insanları olduğunu biliyor ülkenin sahipleri. Çok normal. Neyse
üzgünlüğüm bunları düşündükçe bir gerginliğe dönüşmeye başladı. Bir de allah
şaka yapmışçasına ortaya çıkan şu sinek. Senin ben ağzına sıçayım. Huzur muzur
kalmadı. Kalktım odanın içinde sinek kovalamaya başladım. Abajura kondu,
abajura konulmamalıydı. Savaş kuralları ihlal edilmişti. Abajura konmak en ağır
savaş suçlarından biriydi. Ve ihlal edilen bu savaş suçunu şikayet edip hak
aramak için gerekli olan hayvanlararası savaş suçları mekanizması henüz icat
edilmemişti. Biraz öncesini sonrasını düşündüm. Üflemeye çalıştım. Yine
insanlara özgü aptal aptal davranışlar sergilemeye çalıştım. Olmadı. Tek
seçeneğim vardı. Gözümü bile kırpmadım, atladım. Kırıldı. Sinek, uçtu. İşte
şimdi sıçılmıştı. İşte şimdi bir boka yaramayan eylemim tüm başarısızlığı ile
komidinin ve halının üzerinde parçalar halinde duruyordu. Bu eylem halka
anlatabileceğim türden bir eylem değildi. Sonucun başarısız olacağı aşikarken
hayvansal içgüdülerimle yaptığım bir şiddet eylemiydi ve hiçbir amaca hizmet
etmiyordu. İşte şimdi sıçılmıştı. Tavandaki lamba da bozuktu. Aydın bu gece
ışıksız kalacaktı. Karanlık odalarda yatacaktı. Bir de bana sinirlenecekti.
Aslında sıçarım Aydın’ın ağzına. O gerizekalıdan korkacak halim yok. Ama işte
bu da ev arkadaşı olan kedilere özgü bir davranış sanırım. Önlenemez suçluluk
psikolojisi. Hatta bu psikolojik bataklık Aydın gelmeye yakın titrememe ve 3
kez çişimin gelmesine sebep olacaktı. Aydın bana en fazla bağırırdı, parmağını
sallardı ama yine de olsundu. Şimdi saatler geçmeyecekti. Zaten karnım da açtı.
Dinine imanına sıçtığımın şerefsizi bana yemek vermeden gitti. Gelsin de ben
ona hesabını bir sorayım. Belki de yemek vermediği için onu cezalandırdığımı ve
abajurunu kasten kırdığımı düşünür. Böyle komplike şeyler düşünüyor insanlar,
gerizekalılar. Yüzyıllardır bizimle birlikte yaşıyorlar, üzerimizde nice
deneyler yaptılar nice belgeseller çektiler, hala düşünüş sistematiğimize dair
fikirleri yok. Biz bu kadar komplike düşünmeyiz koçum, gerek yoktur. Hayat bu,
anlık bir buluşma. Böyle şeyler düşünmek için yormamam o minnoş tatlı kafamı.
Bir de yüzlerini salak salak şekillere sokup garip garip sesler çıkardıklarında
onları seviyoruz, hoşumuza gidiyor sanıyorlar. En uyuz olduğum şeylerden biri
bu. Halbuki yüzüne bakıp “geldi yine tipini siktiğim” kafasındayım. Tipe bak,
şu girdiği kılığa şu hale bak, şu sevimli olucam diye maymun olmaya bak. Vasat
insan seni. Vasat. Saat de 6 oldu. Aydın’ın 5:30’da gelmesi gerekiyordu. Yine
içmeye mi gitti acaba. Yoksa kendini bir köprüden felan mı attı. Karnım da
acıktı. İnşallah atmamıştır. Attıysa da anahtarı Asuman’ın sahibi salak kadına
bırakmıştır inşallah.
8 gibi ben yine uyuklarken kapı açıldı. Hemen sıçradım
yerimden ve o engelleyemediğim, sıçtığımın titremesi başladı. Ulan dur diyorum
durmuyor, dur diyorum durmuyor. Ne olacak alt tarafı abajur lan diyorum, lan
oğlu lan hoşt diyorum durmuyor. Issız bir adada yanıma aldığım 3 şeyden biri
bir köpekmiş gibi bir his düşün. Geri kalan ikisi de kaz ciğerli mama stoğu ve
petinfo dergisi tabi ki başka ne olacaktı. Köpek yerine de bira alsam fena
olmazdı. Bira yalamaktan anlamsız biçimde hoşlanıyorum. Vermiyor tabi bana itin
doğurduğu. Yere devrilen şişenin ağzından felan yalıyorum, o kadar. İnsanlar
ağzının tadını biliyorlar. Yemek programlarından belli zaten. Olan var olmayan
var diye düşünmeden hunharca yayınlıyorlar, adeta food porn canına yanayım.
Ağır çekimde sallanan etler, çikolata şelaleleri. Uu beybi. Resmen tahrik
oldum. Neyse girdi içeri ben titriyorum koltukta, gözlerimi büyüttüm shrek
filmindeki çizmeli kedi gibi. Sevimli sevimli bakıyorum. Normal normal girdi,
sarhoş felan da değil, bir yerinde kan lekesi felan da yok. Aydın aynı Aydın.
Sabah evden çıkan adam aynen gelmiş. “Hani değişmeyen tek şey değişimin kendisiydi
bizimki aynı duruyor öğüğüehah” diye salak salak espri yapmayacak kadar
diyalektik felan biliyoruz allahıma bin şükür. Ama aklımdan bir geçmedi değil,
bu samimi itirafı yapmış bulunayım. Ve kendimden utanayım. Zaten bir kediden
daha fazlasını bekliyorsanız siz de gerizekalısınız. İnsan değil misiniz
hepiniz aynısınız. Çıkardı ceketini astı. Yüzünde cumhurbaşkanını izler gibi
bir ifade. Direkt mutfak çekmecesini açtı ve mamamı çıkardı. Dert oldu tabi
içine afedersiniz sözüm seks işçilerinden dışarı, orospu çocuğu. Bütün gün aç
idim ulan aç. Aç idim. Allahtan suyum vardı, onu da idareli harcadım. Ya o da
olmasaydı? Neyse en azından aklına gelmiş bütün gün ki girer girmez koymuş.
Durduramadım kendimi tabi gurur murur hak getire, yardırakis koştum mama
kabına. Kışın ardından yakaladığı ilk ceylanı hunharca yiyen atalarım gibiydim.
Alt tarafı kuru mama yiyorum. Yaş bile değil. Ağzım durmaksızın yukarı aşağı
oynayarak kuru mama tanelerini öğütüp hızlıca mideye indirirken bir yandan da
Aydın’ı arkadan izliyorum. İnşorla geceye kadar odasına girmez diye dua
ediyorum. Zaten gelince üstünü değişme gibi bir huyu yoktur, insanım pistir
biraz. En fazla çoraplarını çıkarıp kemerini gevşetir. Koltuğa oturuyor ve
sigara yakıyor. Karşısınaki perdeleri izliyor. Hiç sesi de çıkmıyor. Ne oldu?
Günün nasıl geçti? Cemre’yle konuştunuz mu? Bu saate kadar ne bok yedin
nerelerde sürttün? Bana mama vermediğin için götün tavana değdi mi mutlu
musun? Ses yok. Üst üste sigara içiyor
ve turuncu ışıkları kaçıran perdeyi izliyor. Kim bilir aklından neler geçiyor.
Yemeğim bitince kalkıp kucağına atlıyorum. Bir geriniyorum kucağında.
Gerizekalı ve üzgün de olsa insanın insanındır anlıyor musunuz? İnsanın
insanındır. Böyle inişli çıkışlı bir hikayenin sonuna yakışmayacak derecede sıradan
bir son anlatıyor, bu durum bende biraz hayal kırıklığı yaratmadı değil. Yani
günlerdir şu salak aşk ızdırabının çilesini ben de çekiyorum. En azından daha
aksiyonlu bir son olmalıydı, tek düze hayatıma bir parça renk gelmeliydi.
Kahretsin diye düşünüyorum. Ofise titreye titreye gitmiş, heyecandan ölecek
olmuş. O kadar heyecanlanmış ki ishal olmuş. Aydın. 29 yaşında bekar,
gerizekalı, üzgün ve ishal bir erkek. Önce tuvalete gitmiş ve epeyce kakasını
yapmış. Sonra üst kata çıkmış ve hızlı hızlı kimseyle konuşmadan masasına
geçmiş. Cemre masasında yokmuş? Bunu almış bir merak. Kafasında bir sürü özür
metni yazmış, onlardan birini söylemliymiş, gönlünü alamasa bile sapık bir
hayvan hatta hayvan oğlu hayvan olmadığını (en azından dışında) tüm açıklığı
ile belirtmeli, üzerindeki bu yükten kurtulmalı. Cemrenin o içinde büyük
dişleri olan minik ağzına bir kere daha bakmalıymış. Gelmemiş. Cemre gelmemiş
arkadaşlar. Ağzına sıçtığımın kaltağı işe gelmemiş. Alt tarafı içindeki çekime
hakim olamayıp bir romantiklik yapmak isteyen bu gerizekalıya (kadın haklı ama
hakkın da ağzına sıçayım) tacizci bir sapık, pislik muamelesi yapmış. En
azından Aydın onun işe gelmemesinden bunu anlamış. Bir iki saat sonra Aydın’ın
arka masasında oturan Ezgi durumu biraz çıtlatmış. Cemre başka şubeye
transferini istemiş. Ne! WTF! Cemre başka şubeye mi transferini istemiş!
Transfer onayı da gitmek istediği şubede eleman açığı çok olduğu için bugün
içerisinde muhtemelen çat diye onaylanacak, Cemre yarın Çiçekçi şubesinde işe
başlayacakmış. Aydın’ın dünyası başına yıkılmış. İlk birkaç saat şok olmuş
vaziyette bir bilinç kaybıyla ağzına dolan şorikleri eli yardımıyla
temizleyerek normal insan görünümü vermeye çalışmış. Pek becerememiş. Sonra
aslında bu durumun Cemre’yle yüzleşmemek için bir fırsat olduğunu düşünmeye
başlayarak kendi gerçekliğine varmış. Zaten o salak kesin konuşurken de
saçmalar iyice beter sıçarmış, sıçar bir de sıvarmış. Bunu düşünerek
rahatlamaya başlamış. Evet Cemre biraz özlenecekmiş. Ama belki gözden ırak olan
gönülden de ırak olurmuş. Zaten Cemre ve Aydın olmazmış. Zaten Cemre’nin
memeleri de küçücükmüş. Ayrıca bazen konuşurken gözleri kayıyormuş biraz
şehlaymış. Ayrıca o minnacık vücuda 41 numara ayak mı olurmuş. 41 numara
ayakkabı giyen kadın mı olurmuş! Olsa da dünya ahiret kankası olurmuş. Evet
Aydın tipik bir reddedilen zavallı erkek modelinin ona emrettiği gibi reddeden
kadın hakkında kötü düşünmeye başlamış ve böylelikle kendi zavallı egolarını
tatmin etmiş. İşin acı tarafı bunun kendisi de farkındaymış. İşten çıktıkdan
sonraki zaman diliminde (ben içiyor, intihar girişimlerinde bulunuyor felan
diye ekşınlı atraksiyonlu şeyler düşlerken) gayet Kadıköy’e kokoreç yemeye
inmiş. Kokoreç yiyip boş boş Kadıköy sokaklarında yürümüş ve efendi efendi eve
gelmiş. Zaten başından beri anlatılan Aydın’ın zavallılığı da böylelikle iyice
pekişmiş. Neyse, geçelim şimdi bunları, bunların şubeye sık sık gelen Aydın’ın
sorumlu olduğu firmanın bir temsilcisi var… İsmi Derya…
5 Ocak 2017 Perşembe
Eolos ve uzun uykusu
Düşlediğimiz, olmasını istediğimiz gibi bir kurt büyüttüm ve uyuttum. Bir şeyler yazmanın ya da çizmenin en güzel tarafı bu sanırım. NatGeoWild belgesellerindeki ürkütücü gerçekliğe tezat biçimde, işte ne bileyim, kendi gerçekliğinden de koşarak kaçarak bir şey hayal etmek ve gevrek gevrek gülümsemek. Hani televizyonun karşısındayken birden "dur şu programı kapatayım da kanatları olan bir kanguru hayal edeyim" ya da "biraz odama gidip dünyayı at sineklerinin yönettiğini hayal etsem iyi olacak v.v" şeklinde başlamıyoruz hayal etmeye. Öyle olduğunu düşünsenize, epey güzel olurdu. Fakat hayal kurmanın kendisi de bir kurgu ihtiyacına tekabül ediyor özünde. Eskaza gördüğüm bir imgenin çağrışımları ile hayal kurup onu çizdiğimde de oluyor şüphesiz ama genelde "dur bir resim yapayım, hmm, ne yapayım" şeklinde ilerliyor süreç. Bu kurdu da (onu gören onu tilki sanıyor) yine bir "ne çizsem" anında fotoğraflar arasında dolanırken gördüm, bu bir fotoğraftı inanabiliyor musunuz. Kırmızı çiçeklerin arasında uyuyan bir kurt fotoğrafı. Şüphesiz benim kurduğum hayalden çok daha mutluluk verici. E dedim peki bu kurt nasıl yorulmuş? Neler yapmış bütün gün de, akşam serinliğinde kendini kırmızı kır çiçeklerinin arasına bırakmış? Ben artık biliyorum.
Günün ilk ışıkları ile uyandı, aslında uyandırıldı desek daha yerinde olur. İki ok yılanı kahvaltı etmek için ağaçlık bölgeye kuş yumurtası aramaya gidiyor, esasında son derece hızlı olan bu yılanlar hiç acele etmeden sakin sakin kıvrılarak taşların üzerinden süzülüyor, şen şakrak bağıra çağıra gülüşüyorlardı. Yaklaşık 14 saattir uyuyan Eolos şöyle yattığı yerden tek gözünü açıp sesin nereden geldiğini anlamaya ve ayılmaya çabaladı. İşte orada, kafaları benekli iki kahverengi ok yılanı, taşlık yokuştan aşağı doğru ilerliyor ve gülüşüyorlar. Sabahın bu saatinde, güneş daha tazecik ışımaya ve ısıtmaya başlamışken, bu ne enerji diye düşündü. Sırt üstü dönüp sağ patisiyle bulutlara dokunuyormuş gibi yaptı, patisi beyazdı ve bugün hava pek bulutluydu, "akşam üzeri bir yağmur yağsa da cevizliğin altındaki nehre insem." E tabi ona Eolos ismini de ben taktım, bilirsiniz onların kendi aralarında isme ihtiyacı yoktur. Her şeyi isimlendirmek tam da biz insanların yapacağı hareket. Bir şeyin ismini bilmediğimizde onun da ne olduğunu bilmiyor oluruz genelde, bu beni her zaman ürkütmüştür.
Yerinden kalkana kadar zordu fakat kalktıktan sonra zaman çok çabuk geçiyordu bu genç kurt için. Daha önce gömdüğü kahvaltısını ettikten sonra bütün günü neşe içerisinde geçirdi. Kışın birleştiği sürüsüyle vakit geçirip sıçrama yarışı yaptılar, bu konuda asla arkadaşı kırmızı kuyruklu tilki Furina kadar olamıyordu. Sürüsündeki diğer kurtlardan çok Furina ile vakit geçirirlerdi. Günün herhangi bir saati bir yerde alelade karşılaşır, bir iki tur birbirlerinin yüzünü yalar, zıplayarak çevreyi gezer, değişik bitkilerle oynamayı sever, kuş yakalamaya çalışır, yorulunca da bir iki saat koyun koyuna dolanıp şekerleme yaparlardı. Bir de Ameltheia vardı tabi, yavruyken yaralı bulup yemeye kıyamadıkları zavallı sarı keçi, yırtıcılarla takılmaktan keçi olduğunu unutmuş, kayalıkların arasında sekip duran nazlı yavrucak. Bir sarı keçi, bir kırmızı kuyruklu tilki ve genç bir bozkurt üç sevgili iyi arkadaş. Birlikte büyüyor, birlikte oynuyor ve kış günü açan öğle güneşinin tadını çıkarıyorlardı.
Akşam üzeri ceviz ağaçlarının sık olduğu bahçeyi geçip taştan kalenin dibindeki küçük nehrin oraya gittiler. Nehir her seferinde onları gördüğüne çok sevinirmiş gibi köpürür, hızını ve coşkusunu arttırarak onları karşılardı. Nehir kenarında oyun oynayan birkaç sevimli karaca komple kaçmasalar da hızlı hızlı nehrin yukarısına doğru sekti. Nehrin en düzleştiği ve genişlediği alan burasıydı, yukarıdan adeta merdiven gibi akan su burada biraz daha sakinleşir, nehrin dibindeki yüksek kayalar nehrin üzerinde yürümeye olanak verirdi. Kenarlardaki yassı taşlara küçük yengeçler çıkar, güneşlenirlerdi. Nehir bizimkileri görünce ne kadar sevinirse yengeçler ve balıklar da bu durumu o kadar sinir bozucu bulurlardı. Bütün akşam birbirlerini ıslatıp yengeç yakalayıp kabuklarını kırdılar. Yağmur yağsaydı sudan zıplayan al yanaklı balıkları yakalamak da oldukça eğlenceli olacaktı ama sabahki bulutlar yorgun olacak, yağmur yağmadı. Ameltheia ceviz diplerindeki otları kemirirken Eolos ve Furina çevredeki birkaç tarla faresi ve sincabı kendilerine akşam yemeği yaptılar. Eolos sabah gördüğü ok yılanlarını gördü, sanırım bütün gün beslenmiş ve ağaçlara sarılarak uyumuşlardı. Hava kararmaya yeltenince sarı keçiyi sürüsüne ulaşacağı güvenli yola kadar götürüp oradan dağıldılar. Eolos koşarak mavi kayalıkların tepesindeki çiçek tarlasına gitti. Günün bu saatlerinde bu kırmızı çiçekler ne kadar da enfes kokardı. Koşmanın etkisi ile vücut sıcaklığı yükselmiş, nabzı hızlanmıştı. Çevrede kimsecikler yoktu. Serin bir rüzgar, birkaç küçük kuş ve biraz böcek. Koca bedenini çiçeklerin üzerine yavaşça serdi, derin derin nefes alıyor vücudunu soğutuyordu. Bir yandan da nefes aralarında çiçekleri koklayıp kendi kendine gülümsüyordu. Kendi kendine gülümsemek ne büyük nimet diye düşündü. Çoktan kaybolan güneşin ardından karanlık sessizce Eolos'un ve kırmızı çiçeklerin üzerine süzüldü.
2 Ocak 2017 Pazartesi
Tiramisu
Sekmeleri
bir bir, bekleye bekleye kapadı ve ekrana boş gözlerle bakmaya devam etti.
Tekrar internet arama motorunun masaüstündeki simgesine tıklıyor, birkaç
alelade sosyal medya sitesini sekmelere diziyor, sonra tekrar kapayıp ekrana
bakmaya devam ediyordu. Aklına internetin en azından mobil alanda yaygın
olmadığı dönemlerde gittiği bir cafede tek başına otururken, ya da kalabalık
bir ortamda kendini yalnız hissettiği zamanlarda (ki bu ekseriyetle mümkün)
kayıklı, yani sürgülü kapağa sahip Nokia marka telefonunun tuş kilidini açıp
kapadığı, çevresine “biriyle mesajlaşıyorum” mesajı vermeye çalıştığı zavallı
zamanları geldi. Tarih kendini sürekli belli bir dönüşüm dahilinde tekerrür
ediyor fakat bunu öylesine ince düşünülmüş ama düşünülmemiş gibi bir
dağınıklıkla dönüşerek gündelik yaşama yayılıyordu ki, dönüşümün baş
döndürücülüğü ve yeniliğin heyecan verici gerçekliği ile tekerrürü fark
edemeyebiliyorduk. Aklına o cafelerden birinde yalnız başına yediği o güzel
tiramisu da geldi. Bir daha öylesini aynı cafede bile yememişti. İnsan yalnız
başına yemek yerken de yine adeta sanki çevredeki bakışlarca sınanıyordu. Daha
büyük lokmalar almak istemesine ve daha hızlı yemek istemesine, dudaklarını
yalamak istemesine rağmen çevredeki aslında onunla hiç ilgilenmeyen, belki
varlığını dahi fark etmeyen insanların bakışlarını üzerinde hissediyor, mümkün
olduğunca düzgün ve havalı biçimde yemeye gayret ediyordu. Tiramisunun kahveli
toz kakaosu boğazına kaçmasına rağmen ağzından tatlı fışkırtarak öksürmesin
diye gözünden adeta yaşlar gelmiş, kıpkırmızı kesilmiş, sessiz öksürmeye
çalışmış, boğulayazmıştı. Öksürük krizi hariç unutulmaz bir tatlı deneyimiydi,
inleyerek yenilmeyi hak etmişti. Tatlıyı yapan kişi belki de ilk seksini dün
gece yaşamıştı. Belki de bütün gece ayakları sevdiği adam tarafından kekik yağı
ile ovulmuş, saçları koklanmış, büyülü sözcükler dinlemiş, yaşamın
yaşanılabilirliğine inanmış, çoğunlukla gerçekleşmeyeceğini bildiği ütopik
mutlu bir geleceğin insanı kendine çeken büyüsü ile olabilirliğine dair somut
gerçeklikler üzerine hayaller kurmuştu. Belki de yıllardır ona yarenlik eden
köpeği sorunsuz bir doğum gerçekleştirmiş, evde bir düzineye yakın köpek
yavrusu ince ince ağlıyordu. Belki de o çok görmek istediği kuzey Avrupa
şehrine bedava gidiş dönüş bileti kazanmış, harika bir tatil planı yapmıştı.
Her şey mümkün. Fakat tatlıyı yapan kesinlikle bir kadın olmalıydı. Bunu
kokusundan bile alabiliyordu. Belki de kadının salyası kremaya, kek hamuruna
karışmıştı. Kadın kremayı şöyle parmağı ile gelişigüzel almış, dudakları arasına
götürmüş, uzun uzun parmağını emmiş, sonra parmağını bir daha kremaya
daldırmış, bunu birkaç kez tekrar etmiş, kendi işine hayran kalmış olmalıydı.
Evet evet, kedi dili bisküvi değil de el yapımı kek bu iş için daha makbuldü.
Derin bir of
çekti ve tişörtünü çıkarmadan ellerini sırtında kavuşturarak sütyeninin
kopçasını açtı. Yapması gereken bir düzine iş, yazması gereken koca bir öykü
olmasına rağmen sekmeleri açıp kapıyor, yıllar önce insanların ikinci kez
muhakkak gitmesini gerektirmeyecek özelliklere sahip, yol kenarında -ay dur
şurada bir soluklanalım-dan öte geçemeyecek bir ticari işletme olan, son derece
zevksiz bir dizayna sahip cafenin birinde yediği tiramisuyu düşünüyor olma hali
onda derin bir sıkıntı yaratmıştı. Kopçasını açtığı sütyeninin askılarını yine
tişörtünü çıkarmadan kollarından sıyırdı ve sütyeni tişörtünün göğsünden çekip
çıkardı. Bu çekip çıkarma anı her tekrar ettiğinde, yani neredeyse her gün bunu
yaptığı an, kendini inanılmaz seksi ve güçlü hissediyor, ama bu üzeri kapalı
erotik manzarayı kendinden başka kimse göremiyordu. Hatta kendi bile kendini
uzaktan göremiyor, bunun sıkıntısını yaşıyordu. Evet evet, kendisinin de kabul
ettiği en büyük sıkıntısı zaten bu görünme hali takıntısının kendisiydi.
Davranışlarını kısıtlayan, yaptığı işe odaklanmasını engelleyen, özgüvenini
kıran bir hal hareket görünüm takıntısı. Kendisi için adeta travmatik sonuçları
olan bir yanlış anlaşılma, istediği gibi görünememe korkusu ve etkileştiği
canlıların iletişimde bir hata, tuhaflık olduğunu sezdiği ve bunun geri
bildirimini yaptıkları o dehşet verici anın korkusu. Sessizce karnından tüm
vücuduna yayılan bir vavelya eşliğinde eyvahlar olsun hali, kekeleme ve kendini
ifade edememe, panikleme hali. Ah, öyle zamanlarında bile kendi görünümünü
kontrol etmeye çalışsa da nasıl güzel, ince dudakları nasıl da titriyor. İlk
defa bir insan avcunun sıcaklığını hisseden, buna rağmen iç güdüsel olarak
canından endişe ederek kendinden geçercesine titreyen ve çırpınan biçare bir
serçe gibi.
Müsaitseniz pazar kahvaltısında diyetinizi yiyelim?*
![]() |
Yazı için çizdiğim mini illüş. |
Geçenlerde kalorisi yüksek sayılabilecek çikolatalı tatlımı
kaşıklarken genç yaşımın büyük bir bölümünde hep zayıflamaya çalıştığımı,
çevremdeki neredeyse tüm kadınların da yaş fark etmeksizin benimle aynı durumu
yaşadığını düşündüm. Zayıflamaya çalışan erkekler de yok değildi fakat bu durum
kadınlarda kendini daha fazla gösteriyor ve bir özgüven problemi haline
geliyordu. Yani kilosu olan da, normal sayılabilecek kiloda kadınlar da
zayıflamak istiyor, hatta zayıf olarak adlandırabileceğim kadınlar da bu
zayıflıkla yetinmiyor, hep bir yerlerinden “fazlaları” olduğunu düşünüyor ve
bundan yakınıyor.
Bundan birkaç yüzyıl önce “güzel” olanın dolgun olmak kabul
edildiği dünyamızda ne oldu da şimdi hepimiz 34 beden olma telaşesi içerisine
girdik? Rönesans tablolarında estetik bulunan ve milyon dolarlarla satın alınan
tablolardaki kadınlar 2016 dünyasında neden “şişman ve çirkin” bulunuyor? Tabi
bunu o dönem zengin olan kadınların daha şişman olmasını yadsımadan söylemek
lazım. O dönem de güzelliğin sınıfsal bir temeli olduğunu reddetmeden.
Aslında bu durumun miladı 1900’lü yılların başında
gerçekleşen konfeksiyon bedenleri uygulaması sayılabilir. Kıyafetlerin belirli
beden aralıklarında üretilmeye başlaması ve o kıyafetlerin de belirli
bedenlerde güzel duracak formda tasarlanmaya başlaması, moda sektörünün
kıyafetleri bir statü, yaşam biçimi olarak tüm dünyada pazarlamaya başlaması bu
diyet belasının oluşumundaki önemli faktörlerden biri olarak yorumlanabilir. Vahşi
kapitalizmin yaşamın tümüne sirayet etmesi ile beraber estetik haz, dünyanın
hemen her yerinde bölgenin öznel durumları da göz önünde bulundurarak
piyasalaşan, ne olduğu belirli bir “şey” haline geldi. Estetik olarak
nitelendirebileceğimiz her şey belli formlara sıkıştırıldı ve insanlığa
satılmaya başlandı. Güzel olanın öznelliği ortadan kalkarak belli kriterlere
oturtuldu ve tüm dünya bunu böyle kabul etti. Elbette ki bu durumun temel
sebebi tüketim kültürünün tüm halklara zorla içselleştirilmesiyle sağlandı.
Moda trendleri oluştu, bu trendlerin dışına çıkanlar demode ya da rüküş
bulundu, magazin programlarında aşağılandı, kırmızı halının üretim fabrikasında
çalışan ve o kıyafetleri asla giyemeyecek olan memeleri sarkmış ve çirkin
bulunan kadınlar, televizyonda kırmızı halı geçişlerini izleyerek milyon
dolarlık kıyafetli ve 0 beden kadınları eleştirdi ve kendi bedenine, emeğine
yabancılaştı.
![]() |
8 Mart feminist gece eğlencesinden. |
Bir yandan fast food kültürü ile obezite yaygınlaşırken, bir
yandan da ideal olanın 0 beden olmak olduğu her yerde gözümüze sokuldu. Mc
Donald’s dan çıkanlar spor salonlarına koştu. Dizilerde, filmlerde başroller
hep 0 bedendi. Biraz daha tombul olan kadınlar ise ya dizideki zengin ailenin
evinde “yardımcı” olarak çalışan kadınlar ya da evin annesi, teyzesi hınısının
dıdısı olan kadınlar oluyor, yan rollerde bulunuyordu. Magazin programlarında
ise ünlülerin selülitleri zoomlanıyordu. İdeal olan kanıksanırken bir yandan da
spor yapmak ve diyet yapmak durumlarının kendisi trend haline getirildi.
AVM’lere spor salonları açılmaya başlandı. Spor salonu zincirleri ve markaları
oluştu, spor yapmak da pazarlandı. Gittiğin spor salonunun ismi bile bir statü
haline geldi. Yüzlerce diyet çeşidi, diyet hapı, diyet kitabı çıktı ve hepsi
herkes tarafından satın alınmaya başlandı. Manken hastalıkları çıktı,
17’sindeki genç kadınlar zayıf olmak, manken olmak uğruna yediklerini zorla
kusmaya ya da pamuk yemeye başladı. Ciddi fiziksel ve psikolojik
rahatsızlıklara kapılan yüzlerce mutsuz ve sağlıksız kadın yaşamlarını kendi
bedenleri ile savaşarak geçirdi.
Meseleye dair bir diyetisyen arkadaşımla konuştum, yani
uzmanların görüşüne göre diyet yapmak ve sağlıklı olmak arasındaki ilişkiyi
öğrenebilmek için. Forumlarda dolaşan “boyundan 10 çıkar ideal kilon o”, “34
beden ol ideal kilon o” saçmalıklarını ve “sadece muzla beslen 1 ayda 10 kilo
ver” diyet rivayetlerini sordum. Aslında sağlıklı idel kilonun Beden Kitle
Endeksi diye bir hesaplama biçimi ile öğrenildiğini öğrendim. Sağlık
bakanlığına bağlı sbn.gov.tr adresinden siz de beden kitle endeksinizi
öğrenebilir, kilonuzun sağlık açısından tehlike arz edip etmediğini
öğrenebilirsiniz. Ayrıca yine aynı diyetisyen arkadaşımın dediğine göre beden
kitle endeksine göre zayıf olmak da kilolu olmak kadar sağlıksız bulunan bir
durummuş. Bir de erkeklerin ona diyet için gelme oranını sordum, gelen erkek
sayısının elbette ki kadınların yarısı bile etmediğinden bahsetti, fakat aynı
standart beden, ideal kaslı beden formunun erkekler için de geçerli olduğunu,
fakat erkeklerin bunu kadınların kendilerine dert ettikleri kadar keskin dert
etmediklerinden bahsetti.
Velhasıl kelam, zayıflama ve diyet belası bizi mutsuz
ettiği sürece bela olarak kalmaya devam edecek. Sağlıklı bir beden için
sağlıklı beslenmek ve spor yapmak bizim, sağlıksız diyet listeleri, kitapları, ilaçları
ve çilesi kapitalizmin olsun. Göbeğimiz olsun, atalım göbekleri! o/
*Yeryüzü Dergi'de yayınlanmıştır.
Etiketler:
beden,
beden politikası,
çizim,
diyet,
feminizm,
illüstrasyon,
kadın,
kilo,
sağlık
Uyuyan adam
![]() |
Georges Perec ve Kara Kedi |
“Kayıtsızlığın ne başlangıcı vardır ne de sonu; değişmez bir durumdur kayıtsızlık; bir ağırlık, hiçbir şeyin sarsamayacağı bir kıpırtısızlık, cansızlıktır. Dış dünyanın mesajları hala sinir merkezine ulaşıyor kuşkusuz, ama organizmanın bütününü tehlikeye atacak hiçbir toplu cevap özümlenebilir duruma gelebilecek gibi görünmüyor. Ayakta kalan tek şey temel refleksler sadece: Kırmızı yandığında karşıdan karşıya geçmiyorsun, sigaranı yakmak için rüzgardan korunuyorsun, kış sabahları daha sıkı giyiniyorsun, aşağı yukarı haftada bir kez kazağını, çoraplarını, donunu ve fanilanı, ayda iki kezden biraz daha kısa süre de çarşaflarını değiştiriyorsun.
Kayıtsızlık, dili geçersiz kılıyor, işaretleri anlaşılmaz hale getiriyor. Sabırlısın ama beklemiyorsun, özgürsün ama seçmiyorsun, müsaitsin ama hiçbir şey seni harekete geçirmiyor. Hiçbir şey hissetmiyor, hiçbir şey talep etmiyor, hiçbir şeyi dayatmıyorsun. Hep dinlemeden duyuyor, hiç bakmadan görüyorsun: tavanlardaki çatlakları, parkenin dilimlerini, yer karolarının desenlerini, gözlerinin çevresindeki kırışıklıkları, ağaçları, suyu, taşları, geçen arabaları, gökyüzünde bulut şekli çizen bulutları.”
Etiketler:
alıntı,
georges perec,
kara kedi,
kayıtsızlık,
kedi,
perec,
uyuyan adam
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)